Yorgun Ruhların Sığınağı: Bilinçli Yalnızlık

Ekim 10, 2024

Arles’teki Yatak Odası - Vincent Van Gogh (1890)

 Yalnızlık... Kulağa korkutucu gelebilir ama bazen insana en yakın gelen şeydir. İnsan kendi isteğiyle yalnız kalır mı? Kalmaz mı? Elbette kalmamalı, çünkü insan dediğin, sevdikleriyle, çevresiyle var olur, onlarla büyür. Ama bazen hayat öyle yorar ki insanı, öyle derin bir yorgunluk çöker ki ruhuna, yalnızlık bir kaçış değil, bir gereklilik gibi gelir. O anlarda, sevdiklerinden bile kaçmak ister insan, onları bile isteye kendinden uzaklaştırır. Çünkü biliyorsun ki, onları yanında tutmak, onlara zarar vermek demektir.


Bu, bir tür kendini cezalandırma gibidir. Yalnızlığı seçmek, acıdan kaçmak değil de, belki de o acının tam kalbine yürümektir. Belki de içindeki bitkinliği, yorgunluğu sadece yalnız kalarak dinleyebileceğine inanırsın. "Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz," demiş Cemal Süreya. Bu sözü her duyduğumda aklıma hep şu gelir: Bazen insan, en yakınındaki insanlarla bile en derin hislerini paylaşamaz. Çünkü bazı hisler vardır, sadece insanın kendi içinde yankılanır. İşte o zaman, o yalnızlık seni hem özgürleştirir hem de zincire vurur.


Bile bile yalnız kalmak bir nevi kendine kapanmaktır. Çünkü yalnızlık, bazen insanı en iyi tanıdığı yer olur. Orada kendini keşfedersin, ama aynı zamanda o boşluğun içinde kaybolursun. "İnsan yalnızlığa çare bulamaz," demiş Albert Camus, haklı belki de. Çünkü ne kadar kaçsan da, yalnızlığın içinde kendinle yüzleşirsin. Kaçacak başka bir yer kalmaz, başka bir çare de. O anlarda, yalnızlık seni en savunmasız hâline getirir. Sanki ruhunu çırılçıplak bırakır. Ama belki de bu çıplaklık, insanın kendiyle hesaplaşmasının en dürüst halidir.


Yorgun olduğunda, her şey anlamsızlaşmaya başladığında, insan yalnızlığı bir liman gibi görmeye başlar. O limanda biraz kalıp, denizin fırtınasından, hayatın gürültüsünden uzaklaşmak istersin. Ama o limanda çok uzun kalmak, seni fırtınadan korumaz, aksine fırtınanın ta kendisi olur. Yalnız kalmanın verdiği o boşluk, zamanla insanın içini kemirir. Fakat yine de bazen, "Yalnız kalmalıyım, herkesten uzak durmalıyım," diye düşünürsün. Çünkü yorgunsundur.


Yalnızlığı seçmek, belki de içindeki karmaşayı bastırmanın, kendini yeniden inşa etmenin bir yoludur. Ama insan bu süreçte şunu da unutmamalıdır: "Yalnızlık insana çok şey öğretir, ama sen ona karşı bu kadar cömert olma," der Goethe. Yalnızlığa sarıldıkça, onun seni iyileştireceğini sanırsın, oysa o seni içten içe tüketir. Bir yandan yalnızlık insanı güçlendirir gibi görünse de, bir yandan da insanın ruhunu ağırlaştırır. Ve en sonunda, kendini bulmaya çalışırken, kaybolduğunu fark edersin.


Yani evet, bazen insan bile bile yalnız kalır. Ama yalnızlık bir cezalandırma mı yoksa bir kurtuluş mu, işte bunu ayırt etmek zor. Çünkü yalnızlık, tıpkı bir kılıç gibi, iki ucu da keskindir.

.

1 yorum